Welcome to Our Website

‘Hayvan Krallığı’na varmanın yolu revizyon gerektiriyor!

2023 Cannes Film Festivali’nde ‘Un Certain Regard’da (Belirli Bir Bakış) yarışan ‘The Animal Kingdom’ (Hayvan Krallığı) otorite figürünün ‘görece adım atabilmiş dünya’daki yalnız ama tek başına da yeterli olan gücünü cımbızlamasıyla milattan önceden beri süren hataların çözümündeki dönüşümü güçlü bir şekilde ele alıyor, üstelik sanatsallığını ana akım izleyicisiyle buluşturmayı dahi başarıyor.

Sonbaharın gelmesiyle birlikte yeni sezon filmlerine de yavaş yavaş kavuşuyoruz artık. Özellikle de 2023 yılında Cannes Film Festivali’nde ana yarışma ve ‘Un Certain Regard’da (Belirli Bir Bakış) öne çıkan filmlerin bir çoğuna kavuştuğumuz Filmekimi sezonu sonunda başladı. Sinefillerin merakla beklediği filmler arasında bu yıl Fransa’nın Oscar aday adayı olarak seçilmese de özellikle yurt dışında “Acaba bu yıl hangi ülkeden hangi filmler Oscar aday adayı olarak seçilir?” şeklinde tahminlerde bulunan blogger’lar arasında dahi heyecan yaratan ‘Le Règne animal’ yani ‘The Animal Kingdom’, yani ‘Hayvan Krallığı’ izleyiciyle buluştu. Thomas Cailley’nin yönetmenliğini üstlendiği filmde Romain Duris ve Paul Kircher’i başrollerde izliyoruz. 2013’ten beri yani tam 10 yıldır ‘mavinin aslında en sıcak renk olduğu’nu Léa Seydoux ile birlikte kanıtı olan Adèle Exarchopoulos da filmin hem sürprizi hem de karakter ve temsiliyet bazında en kilit ‘gizli kahraman’ı. Otoriteyi temsil eden Julia karakterine hayay veren Exarchopoulos, geçirdiği dönüşümle otorite figürlerinin de organik bir süreçten geçtiğini aslında devletlerin de tıpkı bireyler gibi ‘yolda’ olduklarını kanıtlıyor bizlere. Devletlerin de birer ‘birey’ olduğunu fark eden ‘dış uzmanlar’ın yolculuğuyla da son derece yakından ilerliyor ‘Hayvan Krallığı’.

Aslında Altın Palmiye ödüllü ‘Titane’a göre daha az vahşi ve ılımlı

Thomas Cailley’nin, bilim kurgu ve aksiyon gibi öğelerden bonkörce beslenen ve dramatik yapısıyla ön plana çıkan, ‘Un Certain Regard’ın Cannes’daki açılış filmi olarak seçilen ‘Hayvan Krallığı’nda ana akım izleyiciyi yakalayacak bir ‘insandan hayvana dönüşüm’ işleniyor. Filme dümdüz baktığınızda sıradan bir ‘yaratık’ hikâyesiyle karşılaştığınızı sanıyorsunuz ancak elbette bir film festivalinde bu filmi görmemiz, en az 1000 film izlemiş, en az 1000 kitap okumuş bir sanat aşığı için aslında çok daha başka okumalara ev sahipliği yapıyor. ‘İnsan’dan ‘hayvan’a dönüşüm dümdüz ve son derece vizyonsuz bir bakış açısıyla bir ‘olmamışlık’ken aslında yönetmen, tüm film boyunca her gün orada, burada gördüğümüz ‘insan’ların ‘insan’lığını masaya yatırıyor ve ‘hayvani doğamıza’ gönderme yaparak ‘köpek dişi’ detayına kadar ‘hayvani içgüdü’müzle önce kendimizin barışmasının önemine vurgu yapıyor. Kendiyle barışık olmayan bireylerin yani bireyselleşememiş bireylerin sağlıklı toplumlar yaratamayacağını öyle süslü, püslü ve tüm kokoşluğuna rağmen şahane bir sadelikle aktarıyor ki, bu noktada Altın Palmiyeli ‘Titane’la da benzerlik yakalıyor. ‘Titane’a göre vahşilik, provokatiflik, etkileyicilik gibi noktalarda biraz daha ‘ılımlı’ duran ‘Hayvan Krallığı’, sıradan gözükmeyen, öteki taraflara sahip bireylerin sanılanın aksine bir hayli fazla olduğunun, aslında hepimizin içinde bir tutam dahi olsa bir ‘öteki’nin yattığının mesajını finali itibarıyla gözden ufak bir yaş süzdürerek yapıyor, ediyor, eylem halinde gözlerimizin önüne seriyor.

Otorite figürünün ‘görece adım atabilmiş dünya’daki yalnız ama tek başına da yeterli olan gücü

‘Hayvan Krallığı’nı ‘iyi film’ yapan detay ise aslında çok basit ve son derece evrensel olan meselesini bu denli sanatsal aktarmayı başarması ve tüm sanatsallığının terazisinde aynı zamanda ana akıma da hitap edebiliyor olması. Müthiş bir başarı bu işte. ‘Titane’daki en büyük farkı ise merkeze baba-oğulu taşımasındaki ‘yumuşak’lık. Doğrudan ‘aile hikâyesi’ olması bakımından ‘Titane’a göre mantık olarak da pratikte de daha yumuşak ve esnek olabilen, vahşiliğini ‘Titane’ kadar psikolojik açıdan değil de daha çok ‘görünür’ kılarak -sanılanın aksine- yere dökülen kırmızındaki netliği sayesinde aslında hiç de korkutucu olmayan, görünmeyenin korkutuculuğu yerine görünen ‘vasabi acısı’ gibi bir anlık acı ama sonrasındaki yumuşaklığını tercih eden ‘Hayvan Krallığı’ özellikle de baba karakterinin yani ataerkil sistem içerisinde ‘dönüşüm’e en başta ‘eşinden ötürü’ aslında yakınlık potansiyeli taşıyan bir karakterin finaldeki kararıyla kendine hayran ediyor. İçindeki ‘hayvan’a varan eşinin yüzde 50’sine sahip oğlunun ‘hayvaniliği’ne önce ‘benim oğlum’daki iyelik eki ve zamirde de göze çarpan bencilliği ve kaybetme korkularından ötürü normalize, standardize, renklilikleri tektipleştirme tepkisi veren bu baba, zaman içerisinde özellikle de final anında oğlunu yaşatacak şeyin onun kendinden vazgeçmesi değil aslında onun kendine varmasına izin vermesi, babalığın bunu gerektirdiğini kabul etmiş oluyor. Baba sevgisi aslında doğrudan müdahaleler değil özgürleştirmeye de izin vermek anlamına geliyor çünkü. Çaktırmayan babalar, fark edildiklerinde ise misyonlarını tamamlıyor ve ‘Hayvan Krallığı’ final sonrası final anında ekrana yansımasa da oğulu özgürleştirirken babaya da ‘yolda’ veda ediyor, ağızdan çıkanı kulaklar mutlaka duyuyor. Bir kadını çekici bulabilen her erkeğin en düşük ihtimalle sempati besleyebileceği Adèle Exarchopoulos ise otorite figürü olarak dönüşebilme adımları atabilmiş bir dünyada dahi karşı cins meslektaşları arasında yalnız kalabilmişken ‘nicelik içindeki tek kıymetli nitelik’ olarak ve ‘tek başına da yeterli olan gücü’ sayesinde tüm bu sürece önce tanıklık ederek sonra da izin vererek otorite kavramının gerçeğe en yakın idealize ve vizyoner halin ete kemiğe yani pratiğe döküyor. Doğada karşılığı varsa bir şeyin o şey öteki değil çünkü. Bu yüzden de revizyon, milattan önceki dönemden beri yapılmaya devam edilen saygısız, insan hakları ihlali soslu ötekiyi ötekileştiren hatalardan dönülmek için atılmış adımlara artık farklı bir bakış açısı getirmek şart. Zaten filmin afişine de baktığınızda iki farklı kuşağın farklı bakış açılarına rağmen özde, sevgide birleştiğini görmek de ekstra övgüyü hak ediyor… Özümüzdeki ‘hayvan’a ulaşan ve aynı anda pek çok şeyin dengesini tutturan ‘Hayvan Krallığı’ çok kıymetli. (Bu yüzden de herkes ona bayılıyor, herkes onu çok seviyor çünkü hayvan olmak zaten en başta sevgiyi temelde tutmayı gerektiriyor.)

 

twitter.com/mayksisman
instagram.com/mayksisman
youtube.com/mayksisman
[email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir